14 Nisan 2014 Pazartesi

İşte 'Gönülçelen' Ruhi (0ray Eğin Röportajı / 22.12.2001)

Tam bir karıştırılacak objeler cenneti olan Teoman'ın evinde 'Gönülçelen' kitabını arıyorum.

Tam bir karıştırılacak objeler cenneti olan Teoman'ın evinde 'Gönülçelen' kitabını arıyorum. Filmlere, duvarlardaki resimlere,
Boğaziçi Müzik Kulübü'nün bir ilanına bakıyorum. J.D. Salinger'ın bütün kitapları üst üste bir sehpanın üstünde duruyor; eski
baskılar, İngilizceler, yeniler... Bir tek 'Gönülçelen'in yeri ayrı; yeni albümle beraber evine gelenlere de kitabı hediye ediyor. Bu arada Can Yayınları da çoktandır
piyasada bulunmayan 'Gönülçelen'i fuar zamanı bir daha basmış. Teoman bir tane de bana hediye ediyor. Kendisi için, bulunsun diye Fransızcasını sipariş veriyor.
Teoman'ın yeni albümü, adını Salinger'ın
'Gönülçelen' romanına borçlu. "Dönem dönem yeniden okuduğum bir romandı zaten" diyor,
"Albümün toplamında da bir absürd kahraman yaratmaya çalıştım. Salinger'da olduğu gibi. Dünyaya karşı çok başarılı değil ama aynı zamanda kendini çok yenik hissetmeyen, zır zır zırlamayan ama her şeyi yenmiş de olmayan bir kişilik bu."
Yeni şarkılarının hemen hepsini son bir sene içinde, Cihangir'deki bu evinde yazmış. Bazen geceyarıları, bazen sabahın ilk saatlerinde. Kapısını dış dünyaya, televizyona, en çok da ekonomik kriz muhabbetlerine kapamış. "Benim şarkılarım krizden daha önemliydi" diyor. Bu dönemde çok sevdiği filmleri, mesela Woody
Allen'ları arka arkaya izlemiş.
Hedef anlaşılmak
'Gönülçelen' geçmişteki Teoman albümlerine oranla daha mutsuz, daha hayalperest bir albüm. Ama en çok iç tutarlılığı olan çalışması aynı zamanda. Sözlerde mümkün olduğunca yalınlığa kaçmış, vokallerle hiç oynamamış, efektleri kaldırmış, melodilerde ise sadece şarkının ruhuna eşlik eden, atmosferi tamamlayan sololar yazmış.
Bu tercihin tek nedeni var: Anlaşılabilir olmak. "Öbürü bana kolaycılık gibi geliyor" diyor, "Çünkü dünyada güzel güzel kelimeler var, senle şakasına güzel bir şiir yazabiliriz. Alırız sözlüğümüzü, sayfalardan şiirlerde kullanılınca güzel duracak 15 tane kelime seçip hiç anlama kaçmadan çok sürreal şeyler yazabiliriz. Yediririz de! Gönderdiğimiz bütün şiir dergilerinde, on saniyede yazdığımız şiir çıkar."
Öbür türlüsü daha zor: "Ben önce şarkıların basit olmayanını yazıyorum. Sonra 'Hadi yalanları ve palavraları buradan atayım' diyorum. Sonunda gerçek, yani eti ve kemiği kalsın diye uğraşıyorum."
Otobiyografik şarkı yazarı
Bu tür bir yalınlaşmayı Salinger'la taçlandırması anlamlı. Birkaç sene önce, münzevi yazar, eski bir öyküsünün yeniden yayımına izin verdiğinde Amerika'da 'Acaba Salinger bize bir şey mi anlatıyor?' tartışmaları başlamış ve toplumun öze dönme isteğinin bir kez daha simgesi olmuştu. Mesela Tom Cruise, 'Jerry Maguire' filminin henüz başında şirketine 'daha az müşteri, daha az para' anafikirli bir memo yazmış, fotokopicide bunu çoğaltırken de "Kapağı bile 'Gönülçelen'e benziyor" diye tarif etmişti ulaşmak istediği yalınlığı.
Teoman da böylesi bir ruh haline ulaşmak için, tıpkı Salinger'ın roman karakteri Holden Caulfield gibi bir küçük çocuk yaratmış. Adını da Ruhi koymuş.
'İstasyon İnsanları'nda ortaya çıkıyor ama bütün albümde şarkıları söyleyen kişi de aslında bu alter-ego: "Bir şarkıda kullandığımkelimeyi, bir başka şarkıda da kullanmaya dikkat ettim. Bir şekilde birbirine eklemleyeyim diye. Tek bir ağızdan
çıkmış gibi olsunlar. Bir otobiyografik
şarkı yazarı olmak istiyorum."
İşte 'Ruhi' mükemmel çözümü ortaya koymuş:
"İleride karaladığım, eskizleri olan roman formlarında, hikâye formlarında bir şey yaparsam, karakterimin kişiliği ve ismi belli hiç değilse."
Babasından daha yaşlı

Peki neden Ruhi?
Babamın lakabıymış. İnsanın kişiliğine uygun bir şeyler konurmuş o zamanlar. Hasan Basri gerçek ismi ama duygusal biriymiş, şiirler yazarmış. Sanat formlarıyla çok ilgili biri olduğundan bulunduğu ortamda çok ayrıksı bir kişilikmiş, ona da Ruhi diyorlarmış.

İnsan 30'unu geçtikten sonra
ailesine daha bir özlemle mi bakıyor acaba?
Babam ben iki buçuk yaşındayken ölmüş ve onunla ilgili çok veri yoktu. İnsanlar genelde çok içeriğe yönelik değil de, şekilci şeyler anlatıyorlar. Şöyle gülerdi ya da boyu şu kadardı, mavi gömlek severdi gibi. Ama insanın kütüphanesine bakarak nasıl biri olduğu da anlaşılıyor. Babamdan kalan kitaplardan öyle bir şey anlamıştım. Kimisi hâlâ duruyor; Bergman, Antonioni senaryoları, Goethe'nin 'Faust'u falan... Ben de aklımın eremeyeceği yaşlarda
babamı anlamak için o tip kitaplara başvurdum.

'Babamın öldüğü yaştayım' hikâyesi neydi?
İnsan tam algılayamıyor. Ama çok ilginç bir şey var. Ben artık babamın öldüğünden daha yaşlıyım. Babam 33 yaşında öldü, ben 34 yaşındayım. Beni yaratan ve benden bilmem kaç yaş büyük olan o kişi, benim şu anki yaşımı görmedi. Çok hayret ediyorum.

Bu şarkılardaki mutsuzluk neyle açıklanabilir?
Mutlu şarkı yapmayı çok iyi bilmiyorum. Birtakım şarkıları göbek atarak yapanlar vardır mutlaka ama onlar hayatlarında da öyle kişilerdir. Ben normalde dışarı çıktığımda da 'vur patlasın, çal oynasın' hissetmiyorum. Bütün günümü çok içedönük geçirirken, birdenbire çok mutlu bir şarkı sözü yazacağım deyip 'Haydi bütün eller havaya' diye şarkı yazamıyorum."
(Albümle ilgili birkaç detay daha var:
Bütününde bir güzellik fetişizmine muhalif.
Mesela albüm 'Yenmiş tırnaklarım var' dizesinin olduğu bir parçayla başlıyor.
Teoman bu tavırda Cohen'in 'Çirkiniz ama müziğimiz var' sözünden etkilenmiş. Melodiler ada sound'una yakın. Belki de İngiltere'de hazırlandığı için 'kokusu sinmiş'. Bir de "Ben artık daha az şarkı beğenir oldum" diyen Teoman'ın çıtayı yükseltmesi hissediliyor. Aldatma, terk ediş, kent depresyonu, çocukluk derken...)

'Gönülçelen' ne anlatıyor sonuçta?
Bütün şarkılardan bir özet çıkarmaya çalışırsak; bir şeyler olmuş ve onların olmadığı halini özleyen birisi var burada.
'Tüketime bayılıyorum'

İlk şaşırmam Doors'da çaldığımız dönemdi. Albüm yeni çıkmıştı, pek de satmıyordu. Cebimizde beş kuruşun olmadığı dönemde her hafta 'sold out' konserler veriyordum. O insanlar gerçek kemik dinleyici dediğimiz, müziği müzik olduğu için çok daha fazla seven insanlardı. Hakikaten şimdiki izleyicilerimden daha fazla benimsediğimi biliyorum onları. Onlar başka türlüydü.

İzmir'de bir konsere çıkacaktık ve bize beyaz bir limuzin tahsis edildi. Böyle şeyler artık beni utandırıyor. Tam siyah, rapper, ** zevki gibi... Aslında ikisinin arası bir şey tutturmalı. Kocaman, 35 bin kişilik konsere taksiyle gelip yürümeyi istemem ama tersi de beyaz limuzin değil. Daha orta yolu var onun.

Daha heterojen bir kitleye ulaştım. Kafalarını sallayan, saçları yeşil
çocuklar var benim konserlerimde ama torun, anne, anneanneler de var biraz daha gerilerde. Benim açımdan onlarla mücadele etmek çok yanlış.
Ne yapacağım? 'Siz dinlemeyin' mi diyeceğim?

Televizyonu kullanmak istesem, çıkıp evde hazırladığım o kadar güzel bir cümle kurarım ki, iki buçuk ay her programa çağrılırım. İstesem... Veya yanlışlıkla yanlış anlarım, orada bir kavga ederim, stüdyoyu terk ederim, onun üzerine de üç ay konuşulurum. İstesem... O kadarına da zekâm var. Ama yapmıyorum.

Reklamlara çıkma nedenim para... Güzel bir şey değil mi? Kimseye zararlı bir şey yapmıyorum. Evvelden bir 'server' reklamında çıktım, şimdi de jöle. E, iyi de bir jöleymiş, kimsenin saçını da dökmezmiş. Bu arada biraz para kazanırım. Kendi kişiliğimi anlattığım bir şey değil, sadece kendi tarafıma avantaj sağlayacağım bir şey. Ayrıca jöle zaten arkadaşımın abisinin,
parasız da çıkardım.

Süpermarket gibi yerlere bayılarak gidiyorum, çok da seviyorum. Bayılıyorum tüketici olmaya. Pantolonlar almaya falan. Hiç kullanmayacağım, hatta belki de bozulup atacağım bir sürü yiyecekten tut, her şeyi alıyorum. Çok da seviyorum alışveriş yapmayı, bayılıyorum. Ama bu beni birkaç tane ufak hatalı biri yapar, toplamda negatif biri yapmaz.

Tüketime bayılıyorum dediğim anda bir şey daha ortaya çıkıyor. O zaman sömürü düzeninin de bir parçası oluyorsun. 'Madem ki muhaliftin, madem ki solcuydun, madem ki sol tandansın vardı' dendiği anda öyle bir tarafı da var. Eskinin kendilerince birtakım negatif huylarını insanlardan saklayan, aynı zamanda doğal da olmayan triplerinden kalma. İçersen illa ki Birinci sigarası, Tekel birası... Bizim hayatımızda hiç olmadı, sen de anlamıyorsundur, ben de pek algılayamıyorum. Ayrıca dünyanın en tutarlı adamı diye ortaya çıkmadım.

0 yorum:

Yorum Gönder