21 Nisan 2014 Pazartesi

Sesli Düşünenler, Teoman Röportajı (Sedef Kabaş, 6 Mart 2002)

    İNSANLARA GÜVENMEDİĞİMDEN BAŞTAN ALDATILDIĞIMI KABUL EDERİM!!! 
    

      Sedef Kabaş:Dördüncü albümünüz, ''gönülçelen''le kimlerin gönlünü çeldiniz?
      Teoman:Umarım alanların hepsinin gönlünü çelmiştir. Gönülçelen kitap olarak zaten gönlümü çelmişti, o yüzden bu albüme onun ismini verdim.

      SK:Gönülçelen, Amerikalı yazar Salinger'ın ünlü romanının adı. Türkçe'ye hem gönülçelen hem de Çavdar Tarlasında Çocuklar adıyla çevrilmiş. Zira orjinal adı The Catcher İn The Rye.

      Teoman:Tam çevrilmiyor zaten, o yüzden bir tanesi Gönülçelen demiş, o Fransızca'dan çevrildiği için. Bir diğeri de Çavdar Tarlasında Çocuklar. Bu normale biraz daha yakın, ama ben Gönülçelen ismini daha çok seviyorum.

       Sk:Ne zaman gönlünüzü çeldi bu roman?

       T:Yıllardır okurum bu romanı, zaman zaman alıp yeniden okurum. Hatta öyle bir şey ki, Gönülçelen romanını yanımdan eksik etmem.Mesela İngiltere'deydim, canım onu okumak istedi, bir tane daha aldım. Evde 10-15 tane The Catcher İn The Rye'ın bütün versiyonları var, hatta Fransızca bilmem ama Fransızcası da var. Şimdiki niyetim, diğer dillerde olanlarıda toplamak.
      SK:Hangi noktaları sizi gönlünüzden vurdu?

        T:Oradaki kahraman, Holden Cauldfield öyle bir kahraman ki, çok absürd. Yani bildiğimiz vurdulu kırdılı, herkesi yenen kahramanlardan değil. Bunlar normalde belki dünya içerisindeyenikler, ama bunlar ağlayan zırlayan sürekli şikayet eden kahramanlar değiller, kendi dünyaları var. Kendi dünyaları içerisinde mutlular mutsuzlar o ayrı ama çok da kendilerini yenik hissetmiyorlar. benim çok sevdiğim absird kahraman formu Holden Cauldfield karakteri. O yüzden onu okuduğum zaman sanki bir arkadaşla sohbet ediyormuşum gibi hissediyorum kendimi

        SK:Holden Cauldfield aslında bir çocuk samimiyetinde, naif, temiz, her türlü kirlilikten arınmış bir karakter.
        T:Aynı zamanda yalanlarda söylüyor, kitap içerisinde birdenbire kendini palavra atar buluyor ama nedeni de yok, fakat aynı zamanda da gururlu bir çocuk. Böyle herkesle uzlaşmayan, yani içerisinde negatif şeylerde olsa da, çok gerçek duruyor.
         SK:Çok doğal olduğu için de hem artıları, hem eksileri olan bir karakter. Pekibu kitapta olduğu gibi siz de insanların büyüdükçe lekelendiğini, eğitim sisteminin aslında çocuklara yargılar yüklediğine inanıyor musunuz?      

     T:Dünya hakikayen siz büyüdükçe kirleniyor. İnsanlar bu dünyaya ayak uydurma gereğini hissediyorsa, bir şekilde uzlaşmaya çalışıyorlarsa, onlarda dünyayla birlikte kirleniyor. Ergenlikte bunların hepsi bağışlanabilir, ama büyüdükçe ve uzlaştıkça hakikaten insanlar Cauldfield'ın o saflığını yitiriyorlar

          SK:Çocuk Teoman ile bugünkü Teoman arasında bir hesaplaşma yaşandımı?
           T:Kendimle ilgiliçok beğendiğim bir husus bu aslında, ben kendimi büyümüş hissetmiyorum. Yıllar geçiyor ama hala ben ergenlikteki hislerimi saklıyorum. Tabii ki, o zamanın saflığını insan yitiriyor. Başka birtakım şeyler de oluyor, yani diyelim ki albüm çıkarıyorsunuz ondan sonra röpörtajlar oluyor, kendinizi sürekli anlatır buluyorsunuz falan, bu şekilde sentetik bir şeye dönüşüyor. Birdenbire insan kendini otomatik pialotta anlatır buluyor, kendinizi tek boyutlu bir şeye dönüşmüş buluyorsunuz. 

           SK:Sizin yaptığınız işlerde belkide o saflığı, temizliği koruyabilmek çok zor örneğin Salinger, yani bu kitabın yazarı, buna çok güzel bir örnek. Gönülçelen onun yazdığı ilk ve tek roman. Bu romandan sonra çok popüler oldu. O ise kendisine verilen bütün ödülleri reddetti, hiçbir röportajı kabul etmedi ve inzivaya çekildi.          

  T: 20 senedir falan kimseyle görüşmüyor.

            SK:Evet, gizemli bir hayatı var ce hala böyle bir hayat sürdürüyor. 83-84 yaşında ve hala kendisine hiçbir gazeteci, dünyanın hiçbir tarafından ulaşmış ya da tek bir röportajı dahi yapmış değil, o anlamda çocuksu saflığını, temizliğini koruduğu iddasında.            

T: Evet Salinger bunu yapçmış, ama bizler yapamıyoruz
            SK:Size şöyle bir eleştiri yöneltildi mi: ''Hem Gönülçelen romanına sarılıyorsunuz, hem de ondan sonra yüzlerce röportaj veriyorsunuz''          
  T:Bu soru bana hakikaten soruluyor. Hatta ben de kendi kendime soruyorum. Ama sonuçta sevdiğiniz bir şeyi yapıyorsunuz, hakikatenbu albümü yazarken, kayıt ederken onunlailgili hayallerkurarken  1,5 sene uğraşıyorsunuz. Ondan sonra albüm çıkıyor, bir başka çaba içerisine giriyorsunuz, birdenbire kendinizi lüks bir otelde, normalde çok rast gelmediğiniz insanlarla, kravatlı insanlarla iş konuşurken, para konuşurken falan buluyorsunuz. Birdenbire çok yabancılaştırıyor tabii bu, ama onun da bir çaresi var rehabilitasyon süreci var. Sonra evine gidiyorsun, işte gitarını çıkartıyorsun, diyorsun ki ''Hayır ya, ben öyle bir insan değilim, aslında bunları iş diye yapıyorum''. Niye bunları yapıyorum, hepsi bu sevdiğimşeyi, daha çok insana ulaştırmak içi ve hakikaten doğru. İnsanlarla paylaştırmak için aslında. ''Ben bu işi şöhret için, para için yapmıyorum'' diyorsun kendi kendine. Evde rehabilitasyon sürecine giriyorsun. Ama bu bahsettiğiniz soruları kendime soruyorum zaten
           
 SK:Salinger, phony tanımını kullanır, yani sahtekar, düzenbaz, ikiyüzlü anlamında, İdealist olmakile phony olmak arasında ince bir çizgi vardır.           
   T:Yani bazen phony tarafı oluyor insanın, ama arada ben kendimi affediyorum öyle şeylerde
            
SK:Şimdi biliyorsunuz John Lennon'ı vuran Mark Chapman'ın çantasından Salinger'ın bu romanı çıktı. Daha sonra ifadesi alınırken, Chapman '' o kendisini idealist zannediyordu ama aslında o bir phonydi'' demişti       

       T:Öyle mi, bunu bilmiyordum. (şaşırıyor). Aslında Lenonla ilgili benim fikirlerim de biraz öyle. Yani idealist ile phony arasında gidip geliyor, hatta phonye çok yaklaştığını düşünüyorum. Ama insanları o kadar da uzaktan yargılamamak lazım.
              SK:Çocukluğunuza dönüp baktığımızda, kitaplardan oluşan bir dünya var.         
      T:Ben hayatımın büyük bir bölümünü, evde yalnız kitap okuyarak, film izleyrek geçiriyorum. Yani günde 3-4 saat kitap okurum, onun altına hiç düşmüyorumdur... DÜnyayı çok sıkıcı buluyorsanız, gerçek hayata çıkıp biriyle sohbet edeceğinize, şu kitabı okumak daha güzel. Arkadaşlarınızla hemen hemen aynı şeyi konuşacaksınız, oysa bir kitap okuduğunuzda, daha güzel bir arkadaş edinmiş oluyorsunuz. Çocukluğumda da böyleydi, hala böyle
                SK:Tahmin ediyorum, albümünüz Gönülçelen romanının satışını etkilemiştir.       
         T:Bir evvel ki baskısı, yani Gönülçelen adıyla olanların hepsi bitmiş. Son 20 taneyi ben aldım.
                SK:Sizde çok ciddi bir Gönülçelen koleksiyonu var     
          T:Var hatta onlar çok dğerli oldular, çünkü artık Gönülçelen, Çavdar Tarlasında Çocuklar olarak çıkacak.
               SK:Teoman'ı özgün bir şarkıcı olarak değerlendirilmesinde en önemli etken ne sesi, ne görünüşü, ne de çaldığı enstrüman ama yazdığı sözler desem...     
           T:Yani ben de öyle olduğunu düşünüyorum, sizinde böyle düşünüyor olmanız beni mutlu eder. Ben bir şeyler anlatmaya çalışıyorum, sadece müzikal değil anlatmaya çalıştığım şeyler, şarkıların içerisini mümkün olduğunca fazla doldurarak insanlara bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Onların hepsi içlerinde bir atmosfer olsun, insanlar o sözleri dinlerken her seferinde kaflarında başka görüntüler canlansın istiyorum.

                 SK:Şarkı sözü dışında başka denemeleriniz varmı ?
              T:Benim şarkı yazmadan önce de yaptığım çalışmalar var zaten. Çocukluğumdan beri öyküler yazıyorum. Bakın, hemen hacaya girdim

                SK:İnşallah o yazdıklarınız duruyordur.
               T:Durmuyor, onları tekrar okumak isterdim. Fakat ben çok utangaçtım, biri bulur diye hepsini yok ettim çocukken. Ama 5-6 sene evvel yazdığım 30-40 sayfalık bir roman taslağım var onun üzerine ara ara yazdığım yazılar var. İkişer ikişer sayfa hazırladığım, kendi fikirlerim var. Niyetim önümüzdeki sene onları bitirmek.

                SK:İleride o utangaçlığınızı bir kenara bırakıp bunları paylaşacak mısınız?
             
T:Yok artık utangaç değilim. O yelkenleri suya indirdim artık. İnsanlarla bir şey paylaşmayacaksam kendi kendime yazmam
               SK:Neden hüzün sanatçıların ilham perisi?
                T:Günlük güneşlik havada insanın canı hiç şarkı falan yazmak istemiyor. Eğer benim mevsimim sorulursa, ben sonbahar derim. Hakikaten sonbahar, ilkbahardan, yazdan kıştan daha güzel bir mevsim. Sonbahar ilham vermekte çok daha avantajlı
                SK:Albümde çok cesur bir erkek portresi var, zira buradaki erkek aldatıldığını itiraf ediyor.
                T:Yani?
                SK:O ben değilim mi diyorsunuz?
                T:Bir kere ben baştan korkak bir adam olduğumdan ve hiçbir şekilde insanlara güvenmediğimden, baştan aldatıldığımı kabul ederim zaten.
                SK:Aldatıldığınızı önceden söylemek acaba aldatma şansınımı veriyor size?               
  T:Öyle üçkağıt için yazmadım ben bunu. Öyle hissetmiyorum amabaştan kabul ederseniz rahatlarsınız yani.
                 SK:Şimdi birazkonserlerinize de değinmek istiyorum. Sizin konuk olacağınızı duyunca, okuldaki öğrencilerim çok heyecanlandı. Bir öğrencim lütfen Teoman'a sorar mısınız,'' niçin konserleri öncesinde dinleyicilere merhaba demiyor ve konseri bittikten sonra hoşçakalın demiyor'' dedi.                  

T:
Diyorum canım! Şöyle bir şey oluyor, zaten müzikle sahneye çıkıyorum ben, arkada müzik oluyor, konsantrasyonumu tamamlamış oluyorum, direk parçalara giriyorum. Şarkılar sayesinde artık insanlarlabir şey paylaşacakken teşekkür ediyorumbelki arada merhaba diyor muyum, çok emin değilim... Bitirirken de genelde yaptığım minik konuşma var, son parçamız falan. Bob Dylan da aynısını yapıyor. Şarkılarını çalıyor ve gidiyor. Ben zaten şarkılarda konuşuyorum yani bir de orda '' nasılsınız çocuklar, iyi misiniz, hamdolsun'' diye konuşacak halim yok. Bazıları bir şarkı söylüyor sonra 15 dakika aklına gelen saçma sapan şeyler anlatıyor. Ben o  konsere gitsem, kendimi keserim sıkıntıdan.
               
SK:Portreler programında ''hüzünlü bir parçayı söylerken pırıl pırıl bi sesle söylemek istemiyorum'' demiştiniz. ''Tam aksine çatallaşmış bir sesle söylemek o hüzünlü parçanın anlamını daha kolay aktarmama yardımcı oluyor'' demiştiniz.                T:Evet, artık canlı konserlere bile öyle çıkıyorum. Normalde konsere çıkarken sesler açılır, en iyi sesinizi bulursunuz falan, bu özellikle o pırıl pırıl ses tekniğini kullanmamaya çalışıyorum. Ben albümdeki parçaları daha  iyi söylerdim, teknik olarakdaha iyi söylerdim, ama duyguyu verirmiydim bilmiyorum
               

                                               

Sedef Kabaş
6 Mart 2002

0 yorum:

Yorum Gönder