14 Nisan 2014 Pazartesi

Zencefil'in iplemediği diyarlarda Teoman (Arzu Çağlan, 13.01.2002)






Teoman'ın Kuledibi'ndeki ofisini gördükten sonra onun başarıları hakkında yorum yapmaya gerek yok... Teoman'ın Kuledibi'ndeki ofisini gördükten sonra onun başarıları hakkında yorum yapmaya gerek yok, siz de hemen rock starı olmak isteyeceksiniz. Ağır ahşap mobilyalar, limon sarısı duvarlar, Zen sehpası üstünde Zen kumu ve tırmığı, İpek Yolu ile ilgili pahalı ve büyükçe bir kitap etkileyici. O güvercinleri uçurmadan son kaseti 500.000 satmış bir yıldız. Mekân, ginger icadına hastir lan tepkisi verilen İstanbul. Gelip deri büyük koltuğa yanı başıma oturduğunda, asistanı Funda sanırım internetten
ısmarlanmış İngilizce kitaplar, DVD'ler getiriyor, "Hah geldi mi" diye seviniyor sanatçım. İçlerinde efsanevi How To Write adlı Stephen King eseri de var. Tüm şımarıklığımla aa sen de mi yazıyorsun diye sorunca kibarca "Evet yazıyorum" diyor ki, çok ayıp bu benim yaptığım. Teoman, Bülent Ortaçgil ve Fikret Kızılok'tan sonra bu kadar duru bir Türkçe ile manalı ve melodik şarkılar yapan tek insan. Benim ağzıma biberler sürmeli, beni kırk katıra bağlamalı.
Yeni albüm Gönülçelen'in kayıtları Londra'da şehir dışında bir ıssız stüdyoda yapıldı ki, normal şartlarda böyle yerlerde canı sıkılan müzisyenler bir puba giderler, bira içerler ve dönüşte onları kurt adam ısırır. Siyahlar içinde Teoman, ise sağlıklı ve normal gözüküyor, "Parkgate stüdyosu güzel, nezih country tarzı eski yapılardan oluşuyordu. 100 senelik eski çiftlik evini stüdyoya çevirmişler, The Cure'un kayıtları, Suede, Blur albümleri orada yapılmış. Gary Moore biz kayıt yaparken geldi. Yer çok güzeldi, yani ben otuz beş gün boyunca bir kere bile sinirlenmedim. Burada olsa tabii altı ayda biterdi, yok tonmaster'ı uyandır. Orada insanlar 12 deyince 12 anlıyorlar. Albümde çalacak olan müzisyenleri yanımızda götürdük, onlar üzerindeki hakimiyetim daha kolay oldu" diyor. Gönülçelen'de kayıtlar sahiden dikkat çekecek kadar başarılı. Fakat, belki de onun burcuna yükselen yıldız etkisi, sert rock ritmleri yerine trompet ve saksofon, klasik rock ritmleri ve sade hem de çok sade bir sound var. Teoman "Aranjmanları ben çok sade istedim ki, konsere çıktığımız zaman aynı sound'u çok rahat çıkaralım. Çok bir şey yapmayalım, taklalar da atmayalım. Şarkı söylerken çok bağırınca şarkının sözleri arada kaynayıp gidiyor. Ben istiyorum ki şarkı sözleri kalsın, çok çirkin bir şekilde söylesem bile o şarkı sözleri insanın içine işlesin. Şiir okur gibi söylesem bile işitmek istiyorum parçaları. Diğer zorunlu olarak yaptığımız şeylerde takla atmak, çırpınmak, yalvarmak falan gibi geliyor bana çok bağırıyorsun, oraya gitarlar, çok ses numaraları yapıyorsun, dünyanın en iyi müzisyenleri getirdim falan" derken, ikimizde gülüyoruz. Belki ikimiz de Akrep burcu olduğumuz (onun da güzel defterlere zaafı varmış) için onunla ne zaman konuşsam sanki hep benim aklımdan geçenleri o söylüyor, böyle bir astrolojik tarikat durumları.
Onun çıkış şarkısı Gönülçelen'i dinlemeye başlayıp, kırıklarını aldırdım kalbimin, zırhımı çıkarttım, astım portmantoya... diyen sesini duyunca kalp kırıkları lafı kırmızılı Noel Baba kartları gibi insanın içini yumuşatıyor işte bir anda. Girişinde bir portmantonun olmadığı eve mutlu bir yuva gözüyle bakılmadığı dönemlerden gelen biri olarak neden portmanto sözcüğü yahu? diye ona sorunca kendi de şaşkın gülüyor, "Zırhı asmak için en uygun yer o olur çünkü. Beni tanıyanlar hakikatten bunlar senin sözlerin diyorlar. Benim kullandığım ironik sözler zaten ağzımdan yanlışlıkla dökülmüş, aa ben bunu da kullanayım dediğim sözler de oluyor. Şairane lafları müzikte kullanmaktan utanıyorum" derken onu yine anlıyorum. O da, Ülkem Ağlıyor diye billboard'lara ilan verip, bir mısra ile fareli köyün kavalcısı olmaya soyunabilir, sonra yemeyince yalısına geri çekilebilirdi, değil mi?
Gönülçelen, Salinger'in bir dönem moda ünlü kitabı Catcher in the Rye'ın Türkçe çevirisinin adı. Teoman, kitaptan onlarca almış, röportaja gelen ve bu kitabı okumamış her gazeteciye birer tane armağan ediyor, bana da verdi. Aslında, bu müzik dünyamızda bir ilk. Ben en fazla, albümün acıları iyi anlaşılsın diye acılı çiğ köfte yoğuranlar ve star'lığı duyumsansın diye terzisinde randevu verip, paparazzilerin palto cebine dolar sıkıştıranları biliyorum. Teoman, konu kitap olunca yüzüne mutlu ifade gelen tiplerden, "Aslında, o benim yıllardır başucu kitabımdır. Mesela, Gönülçelen'in sonraki baskıları, eski baskıları, İngilizce ciltli baskıları hepsi var. Londra'ya gider gitmez bir tane de oradan aldım. Bu kitabı çok seviyorum, bir saat okuduğum zaman eski arkadaşımla konuşmuş gibi oluyorum, rahatlıyorum. İnşallah benim yeni albümümü dinleyince de insanlar böyle hissederler. Mesela, bir kız vardır. Okuldan gelip albümü koyup karşısında birisi varmış sanki arkadaşları varmış gibi düşünsün istiyorum" derken heyecanlı ama kendinden de gayet emin, "Hakikaten bu albüm güzel oldu, sadece çok konser verip standartımızı yükseltmek istiyorum" diyor.
Radikal İki açıklıyor!
Sokak şarkıcıları gibi alaycı, Öyle büyük ki inan doktor içimdeki boşluğum ne koyarsam koyayım hiç dolmuyor demiş Teoman, Doktor şarkısında. Sanatçım "O bana tersten doktorun söylediği bir şeydi. Boşaltıyorum da kurtuluyorum. Çocukken yine güzel defterlerim vardı, yazardım hep. Silahşör romanları okurdum hemen bir tane hikaye yazardım, bıyıklar da çizerdim kendime. Bir Pazar günü Yul Bryner korsanı oynardı, bakardım adamın saçları uzun, bıyıkları var. Birdenbire korsan olup annemin peruğunu takardım" diye keyifle uzun uzun anlatıyor. Tek çocuk dünyası bu. Zengin ama içi hep acıyan tek çocuk dünyaları, başkaları bizden beslenir, etimizden sütümüzden. Gerçi akıllı tek çocuklar da genelde hayalleri ile iyi para kazanır ve ceplerinde AKBİL olmaz, elleri bile daha zariftir. Peki artık genç delikanlıların onun favorilerini ve saç traşını taklit ettikleri şöhret çağında o kiminle özdeşleşiyor: "İnsan kendine benzeyenleri seviyor bir şekilde. Ben de şu ara özellikle basit yazan öykücüleri seviyorum. John Fante, Milan Kundera. Son kitabını okuyorum roman kurgusunu sürekli atlıyor, denemeye giriyor. Abuk sabuk bir şey ama bayıldım" deyişine, o adam çok maço diyorum mızmızca. Teoman "Maço ama birbirimizi anlıyoruz" dediğinde, sen maço musun diye şaka yapıyorum "Hayır maço değilim" derken geriliyor, kızıyor mu ne..
Şimdi Gönülçelen albümü ki, Teoman "Bu bir söz albümüdür, ben müziği hep ikinci plana atarım, yeni CD aldığımda dinlemeden önce sözleri okurum" demiş bana. Ben de önce sözleri okuyorum, sound zaten oldukça sade. "Hayatımın en önemli bir - iki şarkısından biri olduğu için Barış Manço'dan alıp cover'ladım" diyen Teoman'ın Anlıyorsun Değil mi punkish versiyonu ve afro-disco Zamparanın Ölümü dışında hüzünlü ama korkusuz bir albüm. İstasyon İnsanları ve İstanbul'da Sonbahar gibi iki tehlikeli şarkı var ki, güneş battıktan sonra dinlenmemeli, çarpıyor kişiyi. Ben albümü çok beğendim, sizin de beğenmenizi isterim. Bu arada tek çocuk haleti ruhiyemizi paylaşınca, yılın sırrını da onun ağzından ben kaptım ve işte ilk defa burada açıklıyoruz: Teoman, Hakan Taşıyan ile akrabadır ve onun için Harika Çocuk demektedir. Birbirlerini pek sık görmeseler de, severler ve sayarlar.

Arzu Çağlan
13.01.02

0 yorum:

Yorum Gönder