Değişik gitar denemeleri, kendine özgü vokal oyunları ve öncesinde Türkçe'de eşine pek rastlamadığımız erkek çığlığıyla "Paramparça"
yayınlandığı 2000 yazının marşı olmuştu. Hızlı heyecana kapılanlar, "Onyedi" adlı üçüncü albümüyle birlikte Teoman'ın şarkı sözlerini, 'yeni Türk şiiri' diye değerlendirmeye bile başlamıştı. Bu iddiayı kabul etmek için ince ince düşünmek gerek, ama Teoman'ın kaleminden çıkan her sözün belli bir kalitenin üstünde olduğu da bir gerçek. Daha önemlisi, onun her albümünde bir 'karakter' yaratabilme becerisi.
İlk albümünü saymıyorum, ama ardından gelen "O" ilk gençlik heyecanlarını dile getiren (kaçmak-terk etmek-kaybetmek) bir insan portresi sunuyordu. "Onyedi" ise hayata daha alayla bakan, modern hastalık depresyondan bolca nasibini almış, umutsuz ve mutsuz bir 'birey'di. Son çalışması
"Gönülçelen" ise basite dönmüş, çocukluk duygularına yeniden kavuşmuş, yalandan ve palavradan uzak bir Teoman yaratıyordu. Bütün albümlerinin ortak özelliği ise kent insanının gündelik hezeyanları şüphesiz.
Bir bohem-burjuva
"Paramparça" işte "Onyedi"nin lokomotifiydi. Albümün genel yönünü de belli eden, içinde ilginç kodlar barındırılan bir şarkıydı. Babasının öldüğü yaşa gelen, hem sarhoş hem yasta bir adam var bu sefer: Bir bar taburesi
üstünde kendisi dahil bildiği bütün hayatları
gözden geçiriyor ve dağınık, paramparça bir manzarayla karşılaşıyor. 30'lu yaşlarında bir bohem-burjuva diyelim bu karakter için.
İstanbul-Beyoğlu'ndan ya da New York veya Londra'dan. Ama mutlaka metropol mensubu. Kendisini tarif ederken kullandığı metaforlar bile büyük şehirliliğe ilişkin:
"Kayıp bir bavul gibiyim havaalanında / Ya da boş bir yüzme havuzu sonbaharda." Ve bu karakterin hayatında filmin koptuğu, netliğin
bittiği bir nokta var: Sanki gerçeklik
"Biraz bira, biraz şarap önceydi."
Eleştirmenler "Paramparça"ya burun kıvırmıştı ama Teoman'ı asıl star yapan şarkı oldu. Dahası, iyi rock müziğinin yapması gerektiği gibi gündelik hayatımıza temas etti. "Bugün benim doğumgünüm" diyenler "Hem sarhoşum hem yastayım" diye eklemeden edemedi. Üstelik 'paramparça' kelimesini de bu şarkı tekeline aldı sanki. Herhangi bir durumda bu sözcüğü telaffuz edenler, melodisini de ister istemez kattı konuşmalarına.
Müslüm versiyonu
İki koca yaz sonra, "Paramparça" yepyeni bir makyajla karşımızda. Müslüm Gürses söylüyor! Nasıl yani? Bir-iki aydır Gürses'in kendine özgü kaydıyla karşımıza çıkıyor bu şarkı. Müzikal altyapısı hayli önemli bir değişime uğramış, sazlar devreye girmiş... Ama ne muazzam vokaldir o, nasıl bir yorumdur...
Müslüm Gürses, "Paramparça"nın sözlerini olduğu gibi almış. Tek bir kelimesine bile müdahale etmemiş. Şimdi, ilk anda ister istemez ufak bir sarsıntı geçiriyorsunuz: Bir tür SoHo karakterinin feryatları nasıl olur da Müslüm Gürses'in ağzından çıkar, diye. İnanılmaz olan tek bir sözcüğün bile sırıtmaması. Yılların Müslüm Baba'sı sarhoşluğunu itiraf ediyor, telesekreterlere konuşamadığını söylüyor, o yaşında, üstelik de bir bar taburesi üstünde doğumgünü kutluyor ve inandırıyor.
Arabesk dünyasının krallarından biri Müslüm Gürses. Ve her şeyiyle çoktandır bir kült: Onun uğruna kendisine jilet atanları bırakın, konuşamamasıyla, hayatını uzun sessizlikler içinde geçirmesiyle de çözülemez
bir vak'a. Mesela, artık entelektüel ciddiyet
dahilinde değerlendirme şansını yitiren
İbrahim Tatlıses "Paramparça"yı söylese önemli olmazdı. Orhan Gencebay da zaten söylemezdi... Ama Gürses, belki de son yıllarda farkında olmaya başladığı kültlüğün sonucu böyle bir işe kalkıştı. Geçen kış da bir pop şarkısını cover'lamıştı. Ama "Paramparça" bambaşka bir aşama.
Kaybetme kültürü
Aslında gerek Teoman gerekse de Müslüm Gürses'in kabaca etrafında döndükleri tema 'kaybetmek.' Belli nitelik farklarla; Teoman ya da onun çizdiği karakter hayata galip başlarken modern dünya sendromlarından kaybediyor: Tatminsizlik, başlıca nedeni. Müslüm Gürses'in mağluplarının ise tatminsiz olacakları bir hayatları bile yok.
Kent yapısında da Teoman üst tabakayı, hadi en azından havaalanlarına aşina, yüzme havuzlarında serinleyen bir kesimi temsil ederken, Müslümcüler varoşun bile en uçları, en umutsuzları. Doğal olarak iki kesimin bar anlayışları da farklı.
Diğer kodlar da benzer bir ayrışmadan nasibini alıyor. Doğumgünü mesela. Müslüm Gürses'in sesinden "Bugün benim doğumgünüm" cümlesi sanki baştan reddedilen bir olayın ancak 'hem sarhoş hem yasta' olunduğunda gerçekleştiğini gösteriyor.
Benzer şekilde şehirli insanların olmazsa olmaz araç gereçlerinden telesekreterin de bambaşka bir karşılığı var: Müslüm Gürses'in telesekretere konuşamaması bir tavır, bir ilişki tedbiri değil, daha çok o alete, makinelerle konuşmaya duyulan yabancılık. Hem zaten Teoman gündelik hayatında da tıpkı Murat Belge gibi evine gelen telefonları telesekretere düşmeden, kimin aradığını öğrenmeden yanıtlamıyor. Müslüm Gürses'in evindeyse, tıpkı Orhan Gencebay ya da Ferdi Tayfur'da olduğu gibi daima telefona çıkacak biri oluyor. Onlar öyle alışmış sonuçta, zaten kalabalık hayatlar yaşıyorlar...
"Son bir özür..."
"Paramparça"nın son önemli kısmı ise kadınlardan özür dileme meselesi. Teoman gibi bir tür 'foolish kazanova'nın "tüm sevdiğim kadınları" arayıp son bir özür dilemesi anlaşılır bir şey. Karşısına telesekreter çıkınca da pişman olup, kapatıyor işte telefonu. Hem ne de olsa o yüksek lisansını bile 'kadın araştırmaları' üzerine yaptı, fihristinin yüklü olması doğaldır.
Oysa hepimiz Müslüm Gürses'in tek bir sevdiği kadın olduğunu biliyoruz. O tek bir numarayı defalarca çevirmiş olmalı; hem sarhoş hem yastayken...
Oray Eğin
28.07.02
28.07.02
0 yorum:
Yorum Gönder