Hesap-kitap işlerinin kendisine uzak olduğunu anlayan Teoman, Boğaziçi Üniversitesi'ni bırakıp İngiltere'ye gitti. Üç kuruşa bulaşıkçılık yaptı
İnsanlarla ilişki kurmayı ancak üniversite yıllarında öğrenebildi. Hala becerdiği konusunda kuşkuları var: 'Ne gam... Hayal dünyam bana yeter'
evlilik yok onun şarkılarında. Bir gün bir yerlerde yolların kesişmesi var. Dağınık yataklardan çekip gitmeler, her gece aldatmalar, sonra geri dönüp bakmalar, geçmişle hesaplaşmalar var... Özgür ilişkilerden, menzilsiz sevgilerden yana bir adam Teoman... Zaman zaman savunmasız kalıp, içindeki boşluğu 'mevsim rüzgarlarıyla' doldurduğu da oluyor. Öyle zamanlarda çocukluğunu, uçurtmasını, babasını özlüyor... Sonra 'Bir şehri tam kalbinden vurup gitmek' istediği ya da 'akmayan zamanlarda mutluluğu sokaklarda' aradığı da oluyor. Bir gitar, birkaç kitap ve yalnızlığıyla baş başayken bestelediği şarkılarıyla tanıdığımız Teoman'ın geçmişine bir yolculuk yapacağız bu yazı dizimizde. İşte Teoman'ın gönülçelen hikayesi... Mavi gömlekli avukat
Yıl 1967, aylardan kasım. Yer İstanbul. İşte böyle başlıyor Teoman'ın hikayesi... Avukat Hasan Basri Yakupoğlu ile ev hanımı Şaziment Hanım'ın ilk ve tek çocukları. Tünel'in tarih kokan sokaklarındaki Doğan Apartmanı'nda açar, hayata gözlerini. Daha üç yaşına basmadan tanıma fırsatı bile bulamadığı babasıyla yollarını, ölüm ayırır. Bahçelievler'e taşınır annesi, anneannesi, teyzesi ve halasıyla birlikte. Kadınlarla iç içe geçecek bir hayat başlamıştır. Teoman'ın aklı ise ömür boyu unutmayacağı babasında kalmıştır. Mavi gömlek giyen, Ecevit'i çok seven ve raflar dolusu kitap hatmeden avukat babasında.
'Resimlerine baktığım zaman babamın bana çok benzediğini görüyorum. Etraftan anlatılanlara göre çok çıkıntıları olmayan, uzlaşmacı, iyi ilişkiler kuran ve herkesin sevdiği bir adammış. Aynı zamanda hercai tarafları da varmış. Çok çalışkan değil ama zeki sayılabilecek; en azından yıl kaybetmeden okullarını bitirebilmiş, buna rağmen mesleğinde hiçbir zaman zirvelerde olmamış babam. Bir de tıpkı benim gibi hayalperest, sanata, edebiyata düşkün ve şiirler yazan adamın biriymiş.'
Yalnız ve canı hep sıkkın bir çocuktur Teoman. Eğlensin diye götürüldüğü sirklerde bile güldürülmesi mümkün olmayan. Hiçbir şey yaşamadan her şeyden bıkan bir çocuk...
Ve yalnızlığını, hayali kahramanlara sığınarak unutmaya çalışır. Ne tetris ne de bilgisayar olmadığından, döneminin diğer çocukları gibi çizgi romanlara verir kendini... Kocaman bir bulut gibi üzerine gelen zamana; bazen Tom Miks bazen Mister No olup kafa tutar...
Bir yandan da gitara takar kafasını. İlk kez de ortaokulda gitar sahibi olur. Ama ne çalmak için eğitim alacak parası ne de öğretecek bir arkadaşı vardır. Boynuna takarak gezdiği enstrümanın tellerine lise yıllarında dokunabilir, ancak. Her nota başka anlamlar ifade etmeye, yaşadıklarını sözlere dökmeye başladığı gün ise verir kararını; hayatını müzikten kazanacaktır. Aslında 10 yaşına girdiğinde şarkıcı olmak için ilk tohumlar atılmıştır beyninde. Saçlarına sürdüğü jöleler, objektiflere verdiği Elvis Presley'vari pozlarla zaten kendisini öyle hissetmektedir.
Çocuklar hiç büyümez
21 yaşına geldiğinde annesiyle yollarını ayırır. Çünkü özgürlüğüne düşkündür. Gerçi annesi çok fazla karışmaz ama, o yine de küçüklüğünden beri içinde taşıdığı yalnızlığı bir başkasıyla paylaşmak istememektedir. Veda eder, kitapları ve gitarıyla kendi başına yaşayacağı bir ev tutar kendine. Bu ayrılığın ardından annesiyle sık sık görüşse de birbirlerini çok sevmelerine rağmen didişmeden de edemezler... 'Aslında konu annem değil genelde kimseyle çok iyi anlaşamam ben. Annemle ilişkilerim ise her şeyden çok daha komik. Düşünsenize bu yaşa gelmişim hala ona 10 yaşındaki tepkimi veriyorum. Başkalarında da onu görüyorum 30-40 yaşında olsa da insan, hala annesiyle 8 yaşındaymış gibi bir ilişki içerisinde. 'Ya anne yaaaa' gibi... Aslında hala onun gözünde küçük oğluyum ama bana karşı yine de temkinli davranıyor. Beni iyi tanır çünkü. Çalıştığım tüm insanlar gibi onunla da arama mesafe koymuşumdur.'
Gurur kıran macera
Bu arada Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü'nü kazanır. Okula attığı adımla birlikte değişiklikler de başlar. İlk önce saçlar uzatılır, sonra derin hayallere dalınır. Ama bir süre sonra memnun olmadığını anlar okuldan. Bakar ki hesap, kitap işleri kendisine uzak, bırakır işletmeyi. Hem bir süre kafa dinlemek hem de farklı ufuklara yelken açmak için Londra'nın yolunu tutar. Aslında biraz da müzik eğitimi almaktır amacı:
'İngiltere'ye gittim ama benim için biraz şımarıklıktı bu macera. Burada geçinebiliyordum az çok ama orada ayakta kalabilmek için bulaşıkçılık yapıyordum. 3 gün çalışıp sadece yarım saatlik ders parasını ancak çıkartabiliyordum. Çok da gururum kırılıyordu bulaşık yıkarken, 'Ulan böyle adam mıyım hem müzisyenim hem de Boğaziçi'ni bıraktım' diye ama eve gidip de ağlamıyordum hiç olmazsa...'
Sonra yeniden Türkiye'ye döner. Bu kez Boğaziçi Sosyoloji Bölümü'nü kazanır. Bu gelişmeyi yakın arkadaşlarla birlikte kurulan 'Mirage' adlı grup takip eder. Bestelediği ilk şarkılar ise İngilizce'dir...
'İlk başta İngilizce besteleyip söylediğim için her şey çok farklıydı. Amacım yurtdışına açılmak, Amerikalar'a uzanmaktı. Ama zamanla düşüncem değişti. Belki de ayaklarım yere basmaya başladı. Türkçe'ye dönüştürdüm şarkılarımı. Bu da ticari bir nedenden dolayı değildi. Bir Türk'tüm ve Türkçe düşünüyordum, şarkılarımı İngiliz taklidi yaparak söylemek ters geldi bir noktada. Ve sonra o koca planlarım, ileriye dönük hayallerim küçüldü. İlk şarkılarımı yaptıktan sonra dedim ki kendi kendime: 'Küçük konserler vereyim, barlarda çıkayım ve kendi müziğimi yapayım. Sadece Taksim civarında tanınayım yeter.' Bu arada küçük bir bocalama dönemi de geçirdim. Müziği bırakma kararı aldım ama onun yerini neyle dolduracağıma karar veremiyordum. Acaba dedim 'Bir işe mi başlasam?' Ama hemen bu fikrimdem vazgeçtim. Normal insan ilişkilerini zor kuruyordum patron-çalışan ilişkisine girmeyi hiç göze alamadım açıkçası...'
Barlardan meydanlara
90'ların başına kadar Mirage ile müzik yapar. Derken Black Rose, Mavi Sakal ve İndianas adlı gruplarda gitar çalar. 1991 yılından itibaren yalnız başına çalmaya başlar. 5-6 yıl boyunca yazları Bodrum'da, kışları İstanbul'un barlarında yankılanır şarkıları. Bir yanda da boş durmaz, besteler yapar yaşadıklarına dair... 1993 yılında ilk demosunu hazırlar. Artık şarkılarının barlardan çıkıp meydanlara, azınlıklardan çoğunluklara ulaşma vakti gelmiştir. Sadece çaldığı bir kaç kapıdan olumlu tepkiler alır, beğenilmektedir ama prodüktörler yapılmayanı yapmaya cesaret edemezler. Aylar süren uğraşların ardından yolları Rıza Erekli ile kesişir. Şarkıları çok beğenen Erekli, 'Bunlar çok iyi parçalar ama biraz daha Türk halkına yakınlaştırmak gerek. Harika bir stilin var gel albüm yapalım' diyerek sadece ona kucak açmakla kalmaz starlığın kapılarını aralayan 'Papatya' şarkısını da besteler. Geriye sadece bir şey kalır; albümün üzerine isim olarak ne yazılacaktır?... 'Teoman Yakupoğlu olarak geçmesini istemedim çünkü çok ciddi duruyordu. Tek başına Teoman ise biraz ????ça geldi ama sonunda yine Teoman'da karar kıldık' diyor kendisi... Ve emekler meyvesini verir...
Ya anne yaa
Annemle ilişkilerim her şeyden çok daha komik. Düşünsenize bu yaşa gelmişim hala ona 10 yaşındaki tepkimi veriyorum. 'Ya anne yaaaa' gibi... Galiba herkes biraz öyle.
En iyi dostum Tom Miks
'Çok içe dönüktüm küçükken. Hiçbir şeyi halledemiyordum içimde. Paylaşacak bir şeyim olmadığından ilişki kurma ihtiyacı hissetmiyordum. En mutlu olduğum anlar evde, odamda olduğum zamanlardı. Orada kendime, kimsenin anlayamayacağı dünyalar kuruyordum. Birileri eve geldiği zaman ya da biz birilerine gittiğimiz zaman çok sıkılıyordum. Kendimi hemen odama atmak, o boğucu zamanlardan, mekanlardan bir an evvel kurtulmak istiyordum... İnsanlarla ilişki kurmayı ancak üniversite yıllarında öğrenebildim. Gerçi hala becerdiğim de söylenemez ya... Sık sık sinemaya giderdim. Sonra televizyon geldi onu izlerdim. Oradaki dünya daha çekici gelirdi bana...
Hayali kahramanlarla o kadar bütünleşmişim ki, yıllar sonra onların benim bir parçam olduğunu görüyorum... Çünkü normal hayattan hala o kadar kopuğum ki, komşularımın, bakkalımın adlarını bile bilmem. Ama çocukken okuduğum kitap ve romanlardaki kahramanların ismini hiç unutmadım. Şöyle de bir kanı oluşmuş bende; sanki gerçek hayattakiler çok renksiz, sıradanmış da, onlar canlı, kıpır kıpırmışlar gibi geliyor bana. Bunun yanlış bir şey olduğunu biliyorum ama o kadar iç içe olduktan sonra böyle düşünmemin aslında garip olmadığına inanıyorum. Ve öyle yakın hissediyorum ki onları kendime; Tom Miks'teki Konyakçı'nın amcam olduğuna inanıyorum hala...'
Elvis olacaktım
'Gitarla ortaokulda tanıştım ama hala adam gibi çaldığım söylenemez. Kabiliyetsiz değilim fakat benimle birlikte çalmaya başlayan arkadaşlarım aldı başını, yürüdü. Figür olarak gitar hoşuma giderdi ama aklım hep şarkı söylemekteydi. Çok çekici geliyordu sahnede olmak. Şimdi bile nerede bir konser izlesem sahnedeki adamdan etkilenirim, tüylerim diken diken olur. Orada onun yanında olmak isterim... Küçükken hep Elvis Presley'in resimlerine bakar, konserlerine gitmek isterdim ama öyle bir imkanım olmadığından MFÖ'nün konserlerinin yolunu tutardım. Belki de durumum çocukça bir kompleksti. Sahnedeki adamlarla birebir bir ilişki kurmak isteyip bunu başaramayınca onlar gözümde birer idole dönüşüyordu. Sonraki dönemlerde ise o idolün kendim olmasını istedim. Kimbilir, içe dönüklüğüm aslında tam tersine bir durumu istememden kaynaklanmış da olabilir. Çünkü o kadar utangaçlığa, ürkekliğe rağmen hayallerim ve rüyalarım hep özgürlük ve kendine aşırı güven üzerine kuruluydu. Hala da beni dünyada en çok heyecanlandıran şey çocukluğumdaki şey, yani sahne ve müzik...'
Akşam online
Gönülçelen'in Hikayesi - 2, 19.01.2002

Kadınlar aslında ne ister?
Bazen kadın dergilerinde filan görüyorum 'Kadınlar şunu ister' diye ama biliyorum ki orada yazılanları istemezler. Hakikaten garip insanları seviyor kadınlar...
eoman kendisine ısrarla 'Aşk adamı' etiketi yapıştırılmaya çalışılmasından rahatsızlık duyuyor. 'Ben o adam değilim' diyor. Ve ekliyor: 'Tüm insanların kafasını, karşı cins ne kadar kurcalıyorsa benimkini de o kadar kurcalar...' İşte Teoman'ın 'ilişkiler'e yönelik görüşleri:
'Röportajlarda öyle bir portre çiziliyor ki, sanki gün içinde uyanık kaldığım 16 saatin tamamını aşk için harcıyorum.
Ahmet Altan'a davrandıkları gibi davranıyorlar bana da. Beni aşk adamı yapmaya çalışanlara ısrarla, 'öyle değilim' diyorum. Aşk ve sevgi önemli ama suyumu çıkarttığınız zaman da posam o olmuyor yani... Kendimden yola çıkarak erkekleri, kadınlardan daha iyi tanıyorum. Belki çok iyi tahliller yapamıyorum ama bildiklerimi üst üste koyduğum zaman en azından neye nasıl tepki vereceğimi biliyorum... Kadınları ise anlamaya çalışıyorum. En azından tecrübelerimle, bir durum karşısında bir kadının ne yapacağını biliyorum. 'Bir kadın bunu neden yapar'ı bilmiyorum ama nasıl tepki göstereceğini biliyorum... Bir kere kadınlar söyledikleri şeyi değil, tam tersini isterler. Bazen kadın dergilerinde filan görüyorum 'kadınlar şunu ister' diye ama biliyorum ki orada yazılanları istemezler. Çünkü o tarif edilen kişiden iki haftada sıkılırlar. Onlar daha dengesiz kişilikleri, çözümleyemediklerini isterler. Hakikaten garip insanları seviyor kadınlar...'
Mükemmel evlilik yok
Bu arada aşk hep var da evliliğe yer yok şarkılarında:
'Yaşadığım şeylere yer veriyorum şarkılarımda. Evliliği henüz yaşamadım. Böyle bir tecrübem yok ki yazayım. Öbür taraftan etraftan gördüğüm kadarıyla pek mükemmel gitmiyor evlilikler. Güzel gidenlerini de gördüm ama oranlamasına bakınca ne yazık ki hüsran... 1960 ya da 50'li yıllarda yapılanların şansları daha fazlayken 2001'de bu işin çok daha zor olduğunu görüyoruz. Zaten filmler bile değişti artık. Eski duygusal filmler yerini bombaların, silahların patladığı karelere bıraktı. İlişkiler de öyle. Birkaç ayda, haftada hatta günde bitiyor. Bizim çocukluğumuzdaki aşklar yok... Evliliğin üzerinde fazla düşünmediğim için onu şarkılarıma da yansıtmıyorum...'
Keşke efendi gibi askerlik yapsaydım
'17' isimli albümünün ardından askerliğini yapmak için bedelli olarak silah altına girer Teoman.
'Askerlik öyle bir şeydi ki en başta o dünyada kendini unutman gerekiyordu. Normalde benden on yaş küçüklerin bana emir vermesi koyar bana. Eh aslında on yaş büyüklerin de. Normal hayatta hep karşı çıktım emir almaya. Ama oraya giderken normal kimliğimi ve kişiliğimi dışarı da bıraktım. Çünkü gururumun incinmesinden korkuyordum. Ve çabuk geçecek diye şartlamıştım kendimi, bitirdikten sonra ise kendimi suçladım neden böyle bir ruh haline büründüm diye. İşten kaytarmak için hafif yılışıklıklar yapan, şuram buram ağrıyor diyen bir adam yerine efendi gibi yıkamalıydım bulaşıkları. Ama öyle yapmadım diye açıkçası şimdi utanıyorum ...'
Ben astronotum onlar kamyon
Ya rakipleri... Bazen Tarkan bazen de Mustafa Sandal'la kıyaslandı Teoman. O ise bu kıyaslamaları hep gereksiz bir ayrıntı olarak gördü... Kendisini diğerlerinden ayıran birçok neden var kendisine göre:
'O çocuklar içinde bulundukları durumu sorgulamıyorlar. 'Canımız ne istiyor'u değil de 'biz bunu yapmalıyız'ı düşünüyorlar. 'Ne kadar asi çocuklar' filan diye adlandırsak da, belirli bir disiplinin parçası olduklarına inanıyorlar. Yani altı tane korumadan azıyla gezilmez, her gün cilt bakımı yaptırıp, makyajla sokağa çıkmalıyım diye düşünen çocuklar bunlar... Kendimi kulvar olarak da o kadar farklı hissediyorum ki, bazen aynı mesleği bile yapıyormuşuz gibi gelmiyor bana. Durumu astronotla kamyon arasındaki fark gibi görüyorum. O kadar büyük yani fark... Benim jenerasyonumdaki ya da daha küçük yaştaki çocukları izlerken, avantajım şu oluyor, 'onlara bakıp, neler yapılmaması gerektiğini görüyorum.' Bana hakikaten yaptıkları şeyler, hayalleri, düşünceleri; yapılmaması gereken şeyler olarak geliyor. Ve onlar yapıyorsa yapmamalıyım diyorum kendime. O kadar iyi bir sağlama ki o çocuklar, bence hemen hemen hepsi yanlış yolda. Ama isterim ki içlerinden çok iyileri çıksın. Bu kulvarı ben yarattım içine kimse girmesin diye bir düşüncem yok çünkü.'
Benim şarkılarım gerçek
Herkesin kendisinden bir şeyler bulduğu, dinlendikçe anlamlar yüklenen adına da 'Teoman şarkıları' denen bir tarz yarattı kendine.
'Benim şarkılarım farklı çünkü gerçekçi. Aşklar harika değil en başta. İnsanlar mükemmel değil ki, ilişkileri mükümmel olsun. Onun için şarkılarımda daha ziyade biten aşklar, sevgisizlikler, yeteneksizlikler var. Bunlar içimdeki duygular ama sürekli aynı şeyleri de hissetmiyorum elbette...'
Hülya Avşar çok hoş, ona bayılıyorum
Hülya Avşar Show'a katıldım. İnsanlar gülüp eğlendi, ben de gitarımı çaldım. Hülya çok hoş bir kadın
İlk bakışta popüler şeylerden hoşlanmayan bir adam portresi çizse de, kimi zaman Hülya Avşar Show, kimi zaman da BBG gibi geniş kitlelerce izlenen programlarda boy göstermekten geri kalmadı Teoman. Yaptığı belki herkesin yaptığıydı ama yine de hayranları bu durumu yadırgadı zaman zaman. O ise gelen tepkilere şu cevabı veriyor:
'İnsan bazen gündelik yaşıyor. 'Hülya Avşar'a gider misin?' dendiği bir gün kendimi iyi hissedersem gidiyorum. Ama o gün iyi değilsem, 'Hayır, ne işim var'da diyebiliyorum. Tam bir prensibim yok o konuda. O aralar rahattım ve Hülya Avşar'a gittim. Çünkü hoş bir kadın, bayılıyorum ona. İnsanlar gülüp eğlendi ben de gitarımı çaldım. Eğer bu yaptığım benim çok sevdiğim müziğe pozitif katkı yapacaksa orada geçirdiğim iki saatin benim için ne gibi bir sakıncası olabilir ki... Fakat kendi içimde beğenip, beğenmeme çıtam sürekli değişiyor...
Bazen sabahları buraya oturup, anayasalar yazıyorum kendime... Ama yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Çünkü pişman olmayı gururuma yediremem ben. Eğer çok üzerime gelinirse, 'Ne yapayım, dinlemezseniz dinlemeyin' derim. Tıpkı neden oraya gittin, buraya çıktın diyenlere 'Ne yapayım albümümü almazsanız almayın' dediğim gibi. Çünkü kimseye borcum olduğunu düşünmüyorum. Bir de o kadar acil kararlar veriyorum ki, bu kararlarımda yanıldığım zaman üzerimi karalayacaksa insanlar, yine karalasınlar. Benim yaptığım hata ufacık bir şey, ama o ufak hatayı unutturacak o kadar şeyim var ki. Onları bir bilseler beni daha da fazla severler.'
0 yorum:
Yorum Gönder