
Allahım, hiç bitmeyecek, hiç bitmeyecek. Ve ben burada, bir sinema/konser koltuğunda, 'Se7en'daki tembellikten ölen kurban gibi korkunç biçimde kuruyacağım.
'Mumya Firarda'yı artık bir daha anlatmayacağım. Size de günah, bana da. Frigo ve mısırın bile ıstırabı dindiremediği bir film diyelim, Teoman'ın oyunculuğa daha fazla merak sarmamasını can-ı gönülden dileyelim.
Sonra da ikinci akşama gelelim. Şimdi arkadaşlar, gazetelerde çarşaf çarşaf yer alan şu Tarkan konserleri vardı ya; hadi biz de eksik kalmayalım dedik, gittik. Lakin coşkuya iştirak, maalesef edemedik.
Ben Tarkan'ı severim. Güzel çocuktur. Şarkılarının da birçoğunu severim. Yani hiç öyle "Amaaaan Tarkan da kimmiş" yapacak değilim.
Fakat o konser, o konserimsi, biliniz ki hiç öyle gazetelerde fırfırlandığı gibi değildi.
Bir kere ses düzeni öyle bir boyuttaydı ki, Tarkan'ın sesi duyulmuyor, sözleri hâşâ anlaşılmıyor, ortalığı ancak gümbürtü diye tarif edilebilecek bir yoğun bulut sarıyordu. Şarkıcıyla orkestra bağlantısı, eksi sonsuzda ilerliyordu.
Bizim lisede 'talent show'lar olurdu. Millet çıkar sahneye, ne meziyeti varsa, gösterirdi. Arada bir de Saint Joseph'li oğlanlar gelir, döktürürdü. Valla Tarkan beni o gençlik günlerime götürdü.
Tamam oynadı etti de, yani vücut dili üzerine bu kadar uğraşan bir insan, konuşma dilinde bu kadar mı zayıf olur? "Hazır mıyız", "İyi miyiz" ve "Keyfimiz yerinde mi" şeklindeki doktor/hastabakıcı klişelerinden uzak tek bir cümleye razıydık ama kısmet değilmiş.
Hele Nazan Öncel'li yapay bis hadisesinde, "Annecim, annecim,
hiç geçmeyecek, hiç bitmeyecek, altı kere daha söyleyecekler"
diye iyice tıkandım. Açıkhava'da 'Türkiye Şarkıları' görmüş bünyenin kaldırama-yacağı bir acıydı. Kısacası, şatafatlı
ama bana hiçbir şey söylemeyen bir konserdi Tarkan'ınki. Zaten kederim bu noktada daha da artıyor. Ben böyle sıkıladurayım, haricimdeki hemen herkes zevkten çırpınarak can verebilirdi. Öyle coştular.
Sen bir gece arayla Teoman'ın filmiyle Tarkan'ın konserine git. Bunal. Sıkıl. Patla. Nefes alama.
"Yahu" dedim çıkışta, "nedir bu, yaşlılık alameti mi?"
"Hayatım, senin daha yaşın ne başın ne"yi tercih ederdim tabii ama gelen cevap başkaydı!
Pasajı örümcek sarmış
Maçka'da İTÜ'nün karşısındaki ağaçların kırmızı elbiseleri var. Reasürans Çarşısı'nın ana girişinde dev bir
örümcek ağı! Karakolun karşısındaki ışıklarda gözünüzü dört açtığınız gibi kulaklarınızı da devreye sokun; yayalara yeşil yanınca bir de müzik çalıyor.
Aşağıda Kırıntı'nın orada havada bisikletler asılı. İstanbul Yaya Sergileri'nin birincisi, Nişantaşı'nı sürprizli bir oyun alanına çevirdi. Gidiniz, geziniz, görünüz. Yoksa çok fena kınarım.
Nur Çetinkaya
01.1002
01.1002
0 yorum:
Yorum Gönder